18 Eki 2014

Kitap Yorumu: The 100 - Kass Morgan

Nükleer felaketten sonra insanoğlu uzayda yaşamaya başlamış. Ancak uzaydaki zorlu yaşam, konsey tarafından uygulanan katı kanunlar ile insanı sıfır hataya yönlendirmekteydi. Basit hatalar sizleri hapse veya ölüme götürebilirdi. Eğer on sekiz yaşından büyükseniz ölür, eğer reşit değilseniz on sekiz olana kadar hapis cezası ile karşılaşıyorsunuz.

300 yıl boyunca devam eden hayat mücadelesinin sonunda artık kaynaklar ve gemi tükenme noktasına geldi. Konsey, hapisteki gençlere ikinci bir şans tanıdı. Bir görev. Dünya’ya gönderilecek ve yaşamaya elverişli bir yer olup olmadığını deneyeceklerdi. Bunun için hapisten 100 genç seçildi. Gençler Dünya’ya 300 yıl boyunca giden ilk kişiler olacaklardı. Bilinmezlikle dolu olan bu Dünya’da, yaşamak için en çok birbirlerine ihtiyaçları var. Peki bunun farkına varabilecekler mi?
The 100 başlarda bir merakla hızlı okunan, aralarda tökezleyen ama sonlarda hızlanan bir kitap. Dört karakter üzerinden gidiliyor. Clarke, Wells, Glass, Bellamy.

Clarke, aile mesleğini az da olsa okumuş bir doktor. Hapse düştükten sonra eğitimi yarım kalıyor. Wells ile olan aşk geçmişi Dünya’da onu zorluyor.

Wells, Clarke için Dünya’ya gelen ve bunu yaparken ağır kararlar vermiş biri. Şansölye’nin oğlu olması uzayda ona kolaylık sağlasa da Dünya’da başına bela oluyor.

Glass, The 100 ekibinden gemide kalan tek kişi. Aşık olduğu Luke için yakaladığı ilk fırsattı kullanıyor. Gemideki hayatı onun sayesinde öğreniyoruz.

Bellamy, kardeşi Octavia için Dünya’ya gelen ekipte. O Dünya için davetsiz bir misafir. Clarke ile yakınlaşmaları olsa da kardeşi ile meşgul.

Bu dört karakter anlatımında en çok Glass’ın hikayesini sevdim. Dram ve birazda romantik tadında olan hikayesi bizlere okurken farklı tatlar yaşattırıyor. Bellamy’in ise geri dönüş hikayeleri akılda kalıcıydı. Ancak Glass dışında diğer üç karakterin duygu aktarımlarının başarısız olduğunu düşünüyorum. 

Güçlü bir kurgusu var. Ancak yazarın dilinde bazı pürüzlerde hissettim. Anlatımı yer yer zayıftı. İlk etapta kurguya giremedim. Anlatım çok basit geldi. Ancak kitap ilerledikçe dil daha iyi bir hal almaya başladı, kitabın diline mi alıştım yoksa yazar daha iyi mi bir dil kullandı, bilmiyorum. Kitaba geri dönüşler ile merak unsuru eklenmiş. En büyük artısı zaten bu. Çünkü karakterlerimizin neden hapse düştüğünü geri dönüşler ile öğreniyoruz. Bu sayede hem karakterlere ısınıyoruz hem de gemideki sıkı yönetimin etkilerini görüyoruz. 

Uzaydaki yaşamı azda olsa öğreniyoruz ama bu beni tatmin etmedi. Bir sınıf ayrımı var. Bunun hissediyoruz ama tam anlamı ile öğrenemiyoruz. Bundan bahseden sahneler çok havada kalıyor, okuma hevesimizi düşürüyor. Aynı zamanda dünya tasvirlerinin azlığı da beni üzen bir etken. Dünya radyasyona maruz kalmış ve kendini yenilemiş. Yeni Dünya'yı ne biz biliyoruz ne de karakterler. Daha fazla anlatım bekliyordum. 

İlk roman olmasından dolayı ılıman bir yaklaşım ile yaklaşsam da beklentilerimi karşılayamadı. Romantik, dramatik, macera, distopya karışımı olan kitap, çok türlü bir hal almaya çalışsa da bir kategoriye ait olamamış,arada kalmış.

Hoş bir basım ile bizlere sunulan The 100, konusundan dolayı bizleri meraklandırıyor. Kitabı okumak isteyen arkadaşlara tavsiyem, beklentilerinizi düşük tutmanız. 

2 yorum:

  1. ne çok görüyorum şu aralar bu kitabı , sanırım beklentinizi düşük tutun diyen nadir okurlardansın ama önemli bu yorum benm için şu halde üzülmüyorum okuyamadığım için...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, genel olarak Türk okuyuculardan bende olumlu yorumlar okudum. Ama ben yurt dışındakilerle aynı fikirdeyim sanırım. = )

      Sil